Gazetecinin(!) ‘esnaf’ olanı…
Akıntıya karşı kürek çekmeyi çok sever.
Herkesin tepki gösterdiği kişiye/konuya sahip çıkar.
Eleştiri oklarına kendini siper eder.
Adeta avukatlığa soyunur; konuyu konunun muhatabından daha çok savunur.
Çünkü kötü gün dostu olan gazeteci(!) unutulmaz, unutulamaz!
Bunun tersi de mümkündür!
Eğer kişi/konu herkes tarafından övülüyor, göklere çıkarılıyor ve alkışlanıyorsa…
Bizim ‘esnaf’ gazeteci(!) yine girer devreye ve başlar “Gözünün üstünde kaşın var, neden var?” kabilinden yazmaya…
Çünkü her şeyin yolunda gittiği ya da olumsuzlukların sütrelendiği bir dönemde, hiç kimse çatlak ses duymak istemez. Herkesin ‘beyaz’ dediği bir ortamda ‘siyah’ diye bağıran mutlaka ilgi çeker.
Ancak…
Bunlar ucuz ve bayatlamış numaralardır.
Dahası, belli bir okur kitlesine sahip olan bir kalem, zaman içinde her şeyin kendi kalemi etrafında döndüğünü zanneder.
Yazan ile okuyan arasında çok ince bir çizgi vardır. O çizgiyi ihlal eden gazeteci de okunmamaya mahkumdur.
Kalem, halktan ve haktan yana olduğu sürece güçlenir!
Alınan ve/veya alınamayan reklam desteğine göre şekillenen kalem, okura en büyük hakarettir.
En temel görevi; yasal yolları takip ederek doğru ve güvenilir kaynaklardan edindiği bilgileri yorum yapmadan aktarmak olan foto muhabirlerini tenzih ediyorum.
Ki gazeteciliğin en doruk noktası olarak tanımlanan köşe yazarlığına işaret ettiğimi anlamışınızdır.
Köşe yazarı; düşünür, fikir üretir, ilham verir, hatta yazdıklarıyla kelebek etkisi bile yaratabilir.
Fakat köşe yazarlığı ile toplum mühendisliği arasında da çok ince bir çizgi vardır.
Öyle ki misyonu; toplumu aydınlatılmak, bilgilendirmek ve bilinçlendirmek olan bir köşe yazarı/ kalem, eğer subliminal yöntemler üzerinden topluma yön tayin etmeye çalışıyorsa, bilin ki o kalemin misyonu ve amacı farklıdır.
Farklı amaçlarla yazılan her yazı, kalemin (mesleki anlamda) kendi tabutuna çaktığı bir çivi niteliğindedir.
Bir zamanlar İzmir’de yazılarının tiryakisi olduğum 2 kalem vardı.
‘Acaba yarın ne yazacaklar’ diye heyecan duyar, bir sonraki yazılarını okumak için sabırsızlanırdım.
O iki kalemin dünya görüşleri farklıydı, ama ikisi de şahane yazıyordu.
Fikirlerine çok güvendiğim ve sıkı bir analist olan bir arkadaşıma da o iki yazarı tavsiye etmiştim.
Ki o da benim gibi çok beğenmişti o iki kalemin yazdıklarını…
Sonra aradan epey bir zaman geçti ve bir dost meclisinde konu köşe yazarlarından açıldı. Hazır konusu açılınca da arkadaşıma ‘Sana tavsiye ettiğim isimleri takipte misin hala?’ diye sordum.
Kesin bir ifadeyle ‘Okumuyorum, okumam da…’ diye yanıt verdi.
Ben de ‘Haksızlık etme, ikisi de güzel yazıyor’ diye karşılık verdim.
Tepkimi tebessümle mukabele eden arkadaşımın bana verdiği cevap adeta ders niteliğindeydi:
“Sevgili Hasan Eser, evet haklısın, severek takip ettiğin kalemlerin edebi yönleri ve konuları hikâye edişleri çok güçlü ve güzel. Hatta bugün ulusal basında yazan birçok ünlü köşe yazarından bile daha güzel. Ancak X kalemin bugüne kadar ortaya koyduğu hiçbir tez gerçekleşmedi. Diğerinin de son 2 yılda ne kadar zenginleştiğini, yakınlarını hangi belediyelerde işe yerleştirdiğin öğrenmeni tavsiye ederim.”
Galiba halkıydı!
Kalemlerden biri adeta bir kâhin gibi geleceğe dair öngörüler paylaşmayı çok seviyor, ama o öngörülerin hiçbiri gerçekleşmiyordu.
Diğeri de basamak olarak kullandığı gazetecilik sayesinde iş dünyasına adım attı. Bir zamanlar köşe yazılarında işe belediye otobüsüyle gelip gittiğini anlatan köşe yazarı, şimdilerde lüks ciplere biniyor.
Meğer ne bereketli meslekmiş şu köşe yazarlığı…
Eski Türkiye’nin ulusal medyasında da bir zamanlar durum farklı mıydı sanki?
Bazı köşe yazarları, ülkedeki iktidarı tayin eden etmenlerdendi.
12 Eylül’ün, 28 Şubat'ın taşlarını döşeyen unsurların bir parçası da bazı köşe yazarlarımız değil miydi?
15 Temmuz hain darbe girişimine zemin hazırlamaya çalışan bazı köşe yazarları da sonradan deşifre olmadılar mı?
Bugün taşrada faaliyet gösteren bir kısım medyanın uyguladığı ve uygulamaya çalıştığı yöntemler, eski Türkiye’deki kaşalot kalemlerin kötü birer kopyasından öte değildir.
Ayrıca…
Değişen, dönüşen ve gelişen dünyada, köşe yazarlığı da misyonunu tamamlamıştır.
Sosyal medyanın hayatımıza girmesi ve yaygınlaşmasıyla, artık herkes medya patronudur ve köşe yazarıdır.
Öyle ki, değme gazetecilerin yazılarına/ yorumlarına taş çıkartan paylaşımlara şahit oluyorum sosyal medyada.
Keyif alarak okuyorum o tespitleri…
Çünkü o paylaşımlar birilerine yaranmak, birilerini aklamak, birilerini yüceltmek, birilerini de bitirmek amacıyla değil, samimiyet karinesinde kaleme alınıyor.
Tabii burada da ince bir çizgi var!
Ahmet amcanın veya Ayşe teyzenin paylaşımıyla, troll hesapların paylaşımlarını iyi ayırt etmek gerekiyor.
Diyeceğim o ki, artık köşe yazarlarının ne dediğine değil, toplumun ne dediğine bakıyor insanlar.
Ne ki ben de öyle yapıyorum! Filanca kalem istediğini yazsın! Bendeniz o kalemin ne yazdığına değil, vatandaşın ne dediğine bakıyorum.
YORUMLAR